28 Mart 2016 Pazartesi

Günaydın || İnstagram

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama Yarım saat erkene kurulsun saatin Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart Çek kızarmış ekmek kokusunu içine Bak güzelim kahvaltının keyfine Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis, Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile Sonra koş git işine, dünden, önceki günden Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla Ohhh şöyle bir hafifle Bir güzel kahve ısmarla kendine Seni mutlu eden sesi duymak için “Alo” de Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa Çocuk görürsen yanağından makas al Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, Sen çok darda iken kimler seni ferahlattı Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak Yüzünde güller açtıracak Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun Yemeğin ne olursa olsun, masanda illa ki kumaş örtü olsun Saklama tabakları, bardakları misafire Sizden ala misafir mi var bu dünyada Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil Vazife yapar gibi hiç değil, Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının Gece evinde, dostların olsun Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun.. Arkadaşım Hayat bu, daha ne olsun? Ama en önce ve illa ki sağlık olsun! * Can Yücel * #canyücel #şiir #şiirsokakta #şiirheryerde #aşk #sevgi #kitap #kitaplar #mutlugunler #kitapyorumu #vs #vscom #vscokitap #follow4follow #instabook #kitaponerim #şiir #sadekitaplik #mutluluk #book #bookstagram #yenikitap #kitapkurdu #kitapokuyorum #kitapaşkı #kitapheryerde #kitapseverlerkulub

@sadekitaplik tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

24 Mart 2016 Perşembe

Yeşil Deni Kabuğu || Sarah Jio






Yirmili yaşlarda hayat daha kolaydı. Özellikle de konu aşk olduğunda. Biriyle tanışıyordun, sen onları seçiyordun, onlar seni seçiyordu. Birlikte dünyayı fethedebilirdiniz. Paris'e taşınabilirdiniz. Bir sürü çocuk sahibi olabilir veya çiftçilik yapabilirdiniz. Günlük tuttuğunuz zamanlarda yazdığınız her şeyi yapabilirdiniz. Hayaller, parlak, çarpıcı renklerde yaşanacaktı. Hayat sizindi, ikinizindi. Her şeye birlikte göğüs gerip birlikte yaşayabilirdiniz. Hayatınızı birine bağlardınız ve gerisi önemini kaybederdi. Peki ya şimdi?








Kailey ve Stacy üniversiteyi bitirdikleri zaman Seattle'ye yerleşirler. Ve burada dışarı çıktıkları bir akşam kulüpte Cade ile karşılaşır ve onun ruh ikizi olduğuna inanır.

Cade arkadaşı James ile ortak bir müzik şirketi işletmektedir. Faket Cade'in tutarsız davranışları baş göstermeye başlamıştır ve birgün kimseye haber vermeden ortadan kaybolur.

Kailey uzun bir süre Cade'in geri döneceğini umut eder ama yıllar geçmektedir ve artık kendine yeni bir hayat kurmanın zamanı gelmiştir. Ryan ile nişanlanarak hayatına devam etmeye çalışır. Ama işler hiçte Kailey'nin ummudu gibi gitmeyecektir.

Sarah Jio'nun klasikleşmiş bir anlatımı var bu kitapta onlardan biri sadece tek bir farkla. İki farklı kişi ve onların zaman dilimi yok. Tek bir ana karakter ve onun farklı zamanlarını anlatıyor. Karakterler yine çok güzel ve duygusallar. Kailey geçmişi ve geleceği arasında sıkışan düşüncelerini bir düzene oturmaya doğru yolu bulmaya çalışıyor. Cade, Kailey'nin eski erkek arkadaşı ve ruh ikizi olduklarına inanıyor, güzel bir yüreğe sahip, herkese yardım etmeye çalışıyor. Ve Ryan... Yakışıklı, sevgi dolu, anlayışlı Ryan, sanırm herkes payına düşen acıyı çekiyor.

Kısacası yine duygu yüklü güzel bir hikaye okudum.

22 Mart 2016 Salı

Günaydın || İnstagram

Temizlik yaptım bugün… Hem de tüm benliğimde. Bütün kaslarımı, sinirlerimi, kemiklerimi hatta kanımı bile temizledim. En küçük yerlerine, kıvrımlarına girmiş, sinmiş tüm pislikleri attım. Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce.… Görmenizi isterdim… Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış, inanmazsınız. Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle. Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını. Her yere, görebildiğim, göremediğim her yere serptim. Atarken kırgınlıklarımı, bakmadım neydi onlar diye… Geçmişimden de bir parça kalsın istemiyordum. Gelecek geçmişten çok daha fazla yaşanası. Bakmadım, merak da etmedim. Bağışlamayı ekerken tekrar kırılmaktan korkuyordum belki. Kıskançlığımı çıkardım. Meğer ben ne az kıskançmışım. Çok kolay oldu. Sevindim… Sanki kaybetmiş bir eşyamı bulmuş gibi oldum. Çok şükür ki kin ve nefret yoktu yüreğimde. Nasıl temizlerdim hiç bilmiyorum… (EDWARD MORRISON) . ☁GÜNAYDIN☁ . #gunaydın #edwartmorrison #siir #siirsokakta #kitap #kitaplar #mutlugunler #kitapyorumu #vs #vscom #vscokitap #follow4follow #instabook #kitaponerim #şiir #sadekitaplik #mutluluk #book #bookstagram #yenikitap #kitapkurdu #kitapokuyorum #kitapaşkı

@sadekitaplik tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

21 Mart 2016 Pazartesi

Fatma Erdek | Gece ile Şafak --> İnstagram

Bir Fatma Erdek kitabını daha almanın mutluluğunu yaşıyorum. 💕💕 Şimdi sadece geriye bir kitap kaldı, onu da sipariş ettim haftaya elimde inşallah. Kitaptan kısa bir alıntı: "Hangi dünyada olursa olsun, emirler insanın elini, kolunu, dilini ve gözünü bağlıyordu. Çoğu zaman da vicdanının önüne bir duvar örüyordu. Ancak sadece kalbine hükmedemiyordu insanın. Hiçbir emir, aşka engel olamıyordu." . Herkese huzurlu ve mutlu bir gece dilerim 🙏 . #fatmaerdek #geceilesafak #ephesusyayinlari #kitap #kitaplar #mutlugunler #kitapyorumu #vs #vscom #vscokitap #follow4follow #instabook #kitaponerim #sadekitaplik #mutluluk #book #bookstagram #yenikitap #kitapkurdu #kitapokuyorum #kitapaşkı

@sadekitaplik tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

Yeni Başlayanlar İçin Manga | İnstagram

Grey || E.L. James

Tüm dünyada fırtınalar estiren "Grinin Elli Tonu" serisi devam ediyor!

Şimdi Anlatma Sırası Christian'da…
Sende bir şeyler var Anastasia.
Uzak duramıyorum senden.
Ateşe uçan pervane gibiyim.
Seni fena halde istiyorum, hem de tam şu anda…

E L James, dünyanın dört bir yanında milyonlarca okuru kendine esir eden bu aşk hikâyesine, Christian'ın kendi ağzından; onun düşünceleri, duyguları ve hayalleriyle yepyeni bir bakış açısı getiriyor.

Christian Grey her konuda kontrolü elinde tutmayı seviyor; dünyası düzenli, disiplinli ve bomboş - ta ki Anastasia Steele, biçimli bacakları ve birbirine girmiş uzun kahverengi saçlarıyla ofisine düşene kadar. Christian onu unutmaya çalışsa da anlayamadığı ve karşı koyamadığı bir duygu fırtınasına kapılıyor. Daha önce tanıdığı bütün kadınların aksine utangaç, saf Ana sanki Christian'ın "iş dünyasının züppe harika çocuğu" maskesinin altındaki buz gibi, yaralı kalbini görebiliyor.

Ana'yla birlikte olmak Christian'ı her gece uykularını kaçıran çocukluk korkularından kurtarabilecek mi? Yoksa karanlık cinsel arzuları,
kontrol takıntısı ve kendine duyduğu derin nefret bu kızı uzaklaştırıp ona sunduğu hassas kalbi parçalayacak mı?
(Tanıtım Bülteninden)






O kalpler ve çiçekler istiyordu. Bunu nasıl yapardım? Ona bunu verebilir miydim? Kaşlarımı çatarak tavana baktım ve umutsuzca hayatımdaki her hangi romantik bir anıyı hatırlamaya çalıştım fakat zihim bomboştu. Hiç bir şey!


İlk 100 sayfada olaylar aynı olduğu için kitaba tutunmakta biraz zorlandım ama daha sonra yazar Christian'ın düşüncelerine daha fazla yer vermeye başladıkça, kitap iyice sarmaya başladı. Christian'ın rüyaları, çocukluğu kitabın dram tarafını ağırlıklı yapıyor.

Kendi dünyasını oluşturarak büyümüş biri Christian ve çok katı kuralları var. Bir fanusun içine kapatmış kendini ve burada bu sert duruşundan oldukça mutlu. Ama Ana onun bu kuralları bir bir yıkmaya başlıyor. Christian hem karşı koymaya çalışıyor hemde Ana ile ortak bir noktada buluşmak isteyerek bir ikilem yaşıyor.

Christian'ın gözünden Ana'ya olan duygularını okumak güzeldi, ilk kitapta eksik kalanları bu kitap ile tamamladım diyebilirim. Yani okudukça kitabı sevdim, şimdi diğer kitapları da  Christian'ın gözünden okumak istiyorum.

20 Mart 2016 Pazar

Dünya Adaletsiz Çocuk || Nazım Hikmet

Çıkar boynundan at o ipi çocuk! Salıncaklar mı yok sana? Kalk hadi o soğuk betondan, Yatacak başka yer mi yok sana? En sevdiklerimi verdim ölüme de; Ben bu yaşımda gitmenin böylesini görmedim. Kırılan bir boyun gibi orta yerinden kırıldığını ömrün... Görmedim Ademoğlunun dalından koparılır gibi koparıldığını... . ... ve böylelikle umut etme kabiliyetimizi aldılar elimizden. Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden aldıkları umut! Dünya adaletsiz çocuk! Dünya zorba. Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda. Bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle, Bahara kalmaz, gelirim yanına. #şiir #şiirheryerde #nazimhikmet #istanbul #taksim #başımızsağolsun #kitap #kitaplar #mutlugunler #kitapyorumu #vs #vscom #vscokitap #follow4follow #instabook #kitaponerim #sadekitaplik #mutluluk #book #bookstagram #yenikitap #kitapkurdu #kitapokuyorum #kitapaşkı

@sadekitaplik tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

Bakele || Sezgin Kaymaz

BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.

Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”

Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.

Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.

Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.

Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.

“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.

Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.

Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.

Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?

Ne edecekti?

Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.

Vesile?

“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.

Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?
Anlattı.
Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”

Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.

İnstagram || Bavuldaki Çocuk

19 Mart 2016 Cumartesi

Çızgı || Sezgin Kaymaz

Bazı mesleklerin özürü kabahatinden büyük olur. Pilotsun, uçağı çaktın piste diyelim. “Çok pardon. İniş takımlarını açmayı unutmuşum.” diyemezsin.

Futbolcu olsan dersin hâlbuki. Topu ayağında eveler geveler, dokuz kişiyi çalımlamaya kalkar, düşer, rezil olur, boş kalenin önünde senden pas beklerken kendine jilet atan santrfora dönüp “Pardon.” diyebilirsin. “Görmedim valla.”

Daha var bir sürü örnek de lâfı dolandırmak istemiyorum. İlkokul öğretmenime geleceğim; Vildan Öğretmene.

İlkokula yeni başlamışım. Zevkliydi yalan yok. Çünkü Vildan Öğretmen çok iyi bir insandı; şeker şeker. Hâlen saygıyla anarım. Ve de esefle.

Üçüncü veya dördüncü gün. Gelmişim akşam eve, ödev yapacağım bir heves. Gündüzün öğretti Vildan Öğretmen, akşamına da bastı ödevi. Cızgı cızacağım. Bir sayfa dikine, bir sayfa yanlamasına, bir sayfa verevine. Kurulmuşum masama, başlamışım cızmaya. Annem dikildi tepeme. “Ne bu oğlum?”
Ne kadar da cahildi; cızgıyı bile bilmiyordu.
 “Cızgı anne. Basbayaa cızgı.”
 “Cızgı değil çizgi.” dedi sert sert. Hadi buyur. Sen mi bileceksin koskoca öğretmen mi bilecek? Aldı kalemi elimden, düpdüz bir şey cızdı. Ben de ona sordum o zaman:
“Peki bu ne anne?”
“Çizgi işte.” dedi. “Böyle olur çizgi. Tırtık tırtık olmaz. Düz olur, dümdüz.”

Başladım ağlamaya. “Öyle değil işte yaa! Hem bilmiyosun, hem de karışıyosun. Çek. Karışma bi. Kendim yapçam.”
Delisi tepesinde kadındı. “İnat pezevengin oğlu!” dedi. “Rahmetli baban da böyleydi. Bak oğlum, ver elini, ben yaptırayım sana birkaç tane, sonra sen devam et.”
“Yaa bi git yaa! Öyle değil işte yaa!”
İsyan dağarcığım; “Öyle değil işte yaa!” ve “Yaa bi git yaa!” gibi ana ve “Hiç de bile!”, “Sanne sanne!”, “Banne banne!” ve “Yek yee!” gibi tâli feryatlardan ibaretti. Bir de gözyaşılarından.
“Tırtıklı çizgi olur mu oğlum?”
“Sanne sanne.” Zaten onu da yanlış biliyordu. Cızgı’ydı bir kere, çizgi değil.

“Allahım sen bana sabır ver de şunun saçını başını yolmayayım.” deyip gitti mutfağa kadıncağız, bir tepsi taze fasulye getirdi, oturdu ayıklamaya başladı. Gözü üstümdeydi. Ne kadar çalışkan olduğumu görsün diye kafamı yan yatırdım, kapandım defterimin üstüne, dilimi dudaklarımda dolaştıra dolaştıra cızmaya devam ettim. Cızgıyı ne yana cızarsam dilim de o yana hareket ediyordu.

Öyle böyle, annemin yoğun muhalefeti ve benim şiddetli isyanlarımla dolu iki ay geçirdik. Her şeyime karışıyordu kadın. Yok efendim delik bakraç gibi ‘U’ mu olurmuş, yok efendim yumurta gibi ‘O’ mu olurmuş, yok efendim ayın-gayın gibi ‘E’ mi olurmuş, bir dolu lâf. Gene bunlar iyi hâllerimizdi. Asıl kıyamet cızgılı harflerde kopuyordu.

“Ulan inat pezevengin oğlu! Hıçkırık tutmuş merdiven gibi ‘H’ olur mu lan?”
Veya;
“Oğlum, yavrum, evlâdım, ‘F’ harfi üç düz çizgiden oluşur, üşüme gelmiş tarak gibi titremez. Ne yapıyorsun ulan sen!”
Benim cevabım belliydi:
“Yaa bi git yaa! Öyle değil işte yaa!”
Annemin cevabı da belliydi:
“Bak döverim.”
“Banne banne. Dööv.”

Sonunda geldi çattı veli toplantısı. Çok dolu gitti annem: “Seni öğretmenine şikâyet edeyim de gör.”
O toplantıdan döndüğünde biz de arkadaşlarla sokakta oynuyorduk.
Koştum hemen.
“Ne dedi öğretmen? Ettin mi şikâyet?”
“Etmedim.” dedi. Durulmuştu.
“Yek yee...” diye düşünüyordum ben. “Şikâyet etti de öğretmen bunu bi azarladı, korktu tabii.”
Sahiden şikâyet etmemiş hâlbuki. “Anam...” dedi o akşam oturmaya gelen Avniye’nin annesine. “Kadıncağızın ahı gitmiş vahı kalmış. Elleri titriyor, bizim oğlan da o titrek titrek yazdığı için bütün çizgilerini titretir oldu, doğrusu o sanıyor, lâf geçiremiyorum. Görsen acırsın kadına, kalemini yedi sekiz sefer düşürdü, gözleri de seçmiyor, biz kalktık verdik. Nasıl düz çizgi çizsin yazık? Ay dili de bir fenâ... Çizgiye cızgı diyor, patatese battis diyor, gazoza kazuz... Kırıp incitmeden ikaz edeyim dedim, “Çok pardon!” dedi gözleri dolu dolu, ben de bilemedim ne yapacağımı. Müdüre söylesem de şube değiştirmeye kalksam sebep soracak adam, kadına ayıp olacak. Bir tarafta o, bir tarafta çocuğun istikbâli.
Şaşırdım kaldım.”

İki sene daha okuttu bizim sınıfı Vildan Öğretmen. Sonra emekliye ayrıldı, gitti. Dördüncü sınıfta yerine gelen Reyhan Öğretmen durumun vahametini görüp dersleri birinci sınıf seviyesinden başlattıysa da beşin sonuna kadar düz cızgı cızdıramadı hiç birimize. “Bari cızgı demeyin.” diye hem yalvardı, hem sıra dayağından geçirdi.

Başkaları ne der, nasıl düşünür bilmem. Bana göre özürü kabahatlerinden büyük insanların başında ilkokul öğretmenleri gelir. Ben böyle düşünürüm. Şu yaşıma geldim, her düz çizgi bana bir sanat eseri gibi görünür. “Ordaki - Burdaki” diyemem; “Ordaakı” derim, “Burdaakı” derim, “Kül taplası” derim...
Çizgiye de hâlâ cızgı derim.

10 Mart 2016 Perşembe

Temizlik yaptım Bugün... Hemde Tüm Benliğimle...


Temizlik yaptım bugün…
Hem de tüm benliğimde.

Bütün kaslarımı, sinirlerimi, kemiklerimi hatta kanımı bile temizledim.
En küçük yerlerine, kıvrımlarına girmiş, sinmiş tüm pislikleri attım.
Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce.
Görmenizi isterdim…
Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış, inanmazsınız.
 

Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle.
Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını.
Her yere, görebildiğim, göremediğim her yere serptim.


Atarken kırgınlıklarımı, bakmadım neydi onlar diye…
Geçmişimden de bir parça kalsın istemiyordum.
Gelecek geçmişten çok daha fazla yaşanası.
Bakmadım, merak da etmedim.
Bağışlamayı ekerken tekrar kırılmaktan korkuyordum belki.
Kıskançlığımı çıkardım.
Meğer ben ne az kıskançmışım.
Çok kolay oldu.
Sevindim…
Sanki kaybetmiş bir eşyamı bulmuş gibi oldum.
Çok şükür ki kin ve nefret yoktu yüreğimde.
Nasıl temizlerdim hiç bilmiyorum…

Sıra korkularıma gelmişti.
Çıkarmaya bile korktum önce.
Ne de çok alışmışım onlarla yaşamaya.
Bunca acı ve endişeye nasıl alışılır,
İçten içe bir sevgi nasıl duyulur anlayamadım.
Yerini, toprağını sevmiş mor bir menekşeydiler.
Eee… ne de olsa iyi bakmıştım onlara.
Her gün yeni yeni korkular ekleyip, endişelerimle sulamıştım.
Mutluluklarımı , ümitlerimi ne de çok ihmal ettiğimi anladım o an.
Bu ilgiyi onlara verseydim, her gün onları düşünüp birer umut daha ekseydim, almadan verip, beklemeden sevseydim…
 Her şeyden önce içimdeki gücün ve sevginin daha fazla farkında olsaydım, böyle bahar temizliklerine ihtiyacım kalmazdı.
Çok zorlandım korkularımla.
Birbirlerinin içine halkalar misali girmişlerdi.
Kenetlenmişlerdi adeta.
Ama onları da sevgiyle çıkardım.
Bir bebek şefkatiyle , öperek, severek, okşayarak…
Ve onları yaşamaktan, hem de bir zamanlar bir kabus gibi yaşamaktan,
pişmanlık duymadan çıkardım…
Kızsaydım onlara, bağırıp çağırsaydım.
Yine dönüp dolaşıp geleceklerini biliyordum.

Güzel kokular geliyor içimden…
Saçlarım hep parlak gibi dururdu ama parlak değilmiş.
Ellerim her zamankinden daha yumuşak,
Tenim hiç olmadığı kadar duru,
Bir su gibi sesim…

Temizlik yaptım bugün.
Bahar temizliği…

Neşe ektim, hoşgörü, güven, sevgi ektim…
Almadan vermeyi, sevilmeden de sevmeyi, paylaşmayı ektim.
Sağlık ektim, bol sıhhat.
Korkusuzlukları ektim alabildiğine.
Saatlerce ektim korkusuzluğu
Çılgınlık ektim, doğallık.
Sonsuzluk…

Bağışlama ektim.
Aşk ektim her hücreme.
Coşku, heyecan, sessizlik ektim.
Tüm güzel fikirler sessizken geliyor bana.
Kabullenme ektim.
Baş eğme değil.
Olduğu gibi kabullenme…
EDWARD MORRISON

6 Mart 2016 Pazar

Yeter ki Aşk Koksun Hikayeler



Hikayeler 1800 yıllarda geçiyor, insanların az şeye sahip oldukları ama fazlasıyla paylaştıkları bir zamanda. Kitapta dört tane faklı hikaye var. Her biri kendi içinde başka bir aşkı anlatıyor. Sevme ve sevilme isteği, doğru kişiyi bulma , hayatın zorlukları ve güzellikleri hepsi bu kitaptaki hikayelerde toplanmış.

Kitap içindeki hikayeler:
Sevdayla Olgunlaşan Bir Yürek
Aşk Sabır İster
Dört Kalp
Mutluluğa Uzanan Merdiven

En çok dördüncü hikayeyi sevdim, sanırım kitapta ki en duygusal anlatımda ona aitti.
Yakamoz kitap okuyucuları bilir, insanın yüreğini okşayan sıcacık hikayelere sahiptir kitapları. Bu kitapta onlardan biri, sıcak ve samimi, kokulu olmasını saymıyorum bile.

"Fakirlik, etrafının sevgi olmadan yalnız parayla çevrili olmasıdır. Sana sahip olmak ve benim için neler hissettiğini bilmek, bana şimdiye dek hiç sahip olmadığım kadar büyük bir servet verdi." (Dört Kalp)