BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre
indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku
sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol
İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına
girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra
korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi
oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi
dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine
bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere
göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına
gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı
meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından
geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar
falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin
elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek
Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim
için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği
için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam
anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.”
dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi.
“Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem,
Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu
köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.”
Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış,
annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz.
Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün
önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat
okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş.
Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına
gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış,
Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de
dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna
Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele
babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin
diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama
da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep
Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen
gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?“
Anlattı.
“Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım”
demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama
kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini,
yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek,
gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder